www.aliningulleri.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

CAN DÜNDAR ŞİİRLERİ

Aşağa gitmek

CAN  DÜNDAR ŞİİRLERİ Empty CAN DÜNDAR ŞİİRLERİ

Mesaj tarafından ÖYKÜM Ptsi Ağus. 11, 2008 11:22 pm

DOSTLUK

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…
“Nereden çıktın bu vakitte”dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
“Gözünün dilini”bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı…
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı…
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz…
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
“Hak ettim” diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi…
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş…
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş…

CAN DÜNDAR

[Linkleri Yalnızca Kayıtlı Üyelerimiz Görebilir. Kayıt Olmak Ve Bize Katılmak İçin Tıklayın...]
AÇ GÖZLERİNİ

En sevdigin elbiseni giydim
Bu gece kokunu sürdüm
Solgun yüzünü oksadim
Sessizce saçlarindan öptüm
Yazdigin mektuplari okudum
Kana kana su içer gibi
Plaklarini çaldim ah!
En çok o sarkida özledim seni.



Issizlik kapiyi çaldi, açmaya korktum
gece yarisi
Sehir uykuya daldi, baktim disariya
katran karasi
Rüzgar telasla kokunu getirdi bana
aldim koynuma
Buseni hafizamdan koparip
ilistirdim dudaklarima
Üsüdüm karanlikta
Tenine dokundum hissetsin diye
Aç gözlerini



Erguvanlarina su verdim
Içerken benimle konustular
Yastigini oksadim, kokladim
Anilar uçustular
Solugun saçlarimi yaladi sanki yine
bir meltem gibi
Teninin kokusu karisti kokuma
Yakistilar



Boguldum karanlikta
Yani basimdasin benden çok
uzaklarda
Ellerimi tut dokun bana
Aç gözlerini.



Attim kendimi caddelere
Yesil ceketin sardi beni
Yürüdüm üstüne karanligin korkusuz
Tuttum ellerini.


CAN DÜNDAR


[Linkleri Yalnızca Kayıtlı Üyelerimiz Görebilir. Kayıt Olmak Ve Bize Katılmak İçin Tıklayın...]
YALANCI BAHAR

Yalancı bahar Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize… Kaçına’Nihayet’
hasretle kucak açtık ve kaçında yanıldık…
Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz söndü. Yine de uslanmadık.
Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara…
Yine yanıldık.
Peşinden bastıran tipiyle ayıldık.
Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir tomurcuk gibi susamıştık ilkyaza…
Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp,
ormanda yayılan kekik kokularıyla sarhoş olmayalı…
Tahmin ediyorduk, üzerimize katran rengi bir
kafes gibi çöken bulutların ardında güneşin gülümsediğini…
Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumuzun
pencerelerini…


Bahar öyle kolay gelmezdi aslında; biliyorduk; yanlış
baharlarda az mı ayaz yemiştik.
Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden…
Bahar, ilan ı aşk mevsimiydi, astık aşklarımızı ilan
panolarına, sevdalar yasakken daha…
Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konuşurken hâlâ…
Söyledik, ancak yazın söylenecekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken…
cemreler düşmemişken ilkyazın koynuna…
Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da…
Güneşe kananlar, yazı beklerken bahardan oldular; kesildi sesi soluğu, erken öten horozların…İyisi mi itirafçı olalım; biliyorduk ‘İşte bahar’ derken, ardından gelecek ayazı…
Yalan bu çıkma demişti temkinliler, tedbirliler, ‘çıkarken üstüne kalın bir şey al’anlar,
‘başına bir iş gelmesin’den ürkenler…
Ama bahar, olanca işvesiyle sokağa çağırıyordu.
Aşk, ilan panosuna asılmayı bekliyordu, barış bir kuş gagasında müjdelenmeyi…
‘Erken mi geç mi’ hesabına gelmezdi ikisi de… Peşlerine düşülmeli, ilan edilmeli,
müjdelenmeliydiler.
Güneşi görür görmez seranada ve barış türkülerine başladık. Vakti gelmeden açıldık,
geç kalmadan davranma telaşında…
Erkenmiş.
Kursağımızda kaldı bahar sevinçleri…
Erken öten horozlar, erken açmış çiçekler, erken doğmuş bebekler gibi kesildik, solduk, öldük.
Yine tedbirliler ulaşacak salimen yaza; biz yakalandık, zalim ayaza…Ama itirafçı olsak da pişman olmadık.
Az da olsa ısındık hiç olmazsa… Vakitsiz de olsa söyledik, söylenmesi gerekeni…
Bahar yalan mıymış gerçek mi dinlemedik. Güneşin ilk dokunuşuyla haber verelim dedik,
ardından gelecek müjdeyi…
Aşk için erkendi belki, barış henüz uzak…
ama ikisi de gelecekti nasılsa sonunda…
Hep bildik ki, habercisidir yalancı bahar, sahicisinin…
Bazen vaat, hediyeden de kıymetlidir.
Kesilmeyi göze alıp erken ötmek yeğdir çoğu zaman, susup doğru zamanı kollamaktan…
Sonunda olan yalana kananlara olur, onlar müjdeledikleri şeyi göremeden giderler.
Lakin çoğu buna gönüllüdür.
Güneşe en erken onlar dokunmuşlardır, elbet en erken yanan onlar olacaktır.
Belki ‘İkinci Bahar’ı yaşayanlar bilir kıymetlerini…

CAN DÜNDAR


alıntıdır.

LÜTFEN EMEĞE SAYGI...

İYİ1İ

ÖYKÜM
Admin

Mesaj Sayısı : 99
Kayıt tarihi : 06/08/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

CAN  DÜNDAR ŞİİRLERİ Empty Geri: CAN DÜNDAR ŞİİRLERİ

Mesaj tarafından ÖYKÜM Ptsi Ağus. 11, 2008 11:23 pm

ZORDUR KÖPRÜLERİ YAKMAK

Zordur köprüleri yakmak…
Siradan sabahlarin mahmurluguna alismislar için,
bir safak vakti aniden geçmisinden ve bugününden vazgeçmek,
ve içinde her nasilsa saklamayi basarmis bir yarin heyecaninin kanadina
tutunarak havalanmak cesaret ister.
Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki,
ruhuna gömülü çocugu, yillarca kininda beklemis keskin bir kiliç gibi
uyandirip dort nala ilerlemek, yaman bir karara dönüsür.
Zordur insanin onca zaman bunca emekle kurdugu ne varsa hiçe sayip, maglup
ama magrur bir komutan edasiyla yeni seferlere niyetlenmesi…
Bugüne yenik düsenler, yarini sadece hos bir hayal olarak düsleyip, dünde
yasarlar.
Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarinda
külden köprüler birakarak, meçhul bir istikbale dogru dümen kirarlar….
Yikilan sirat köprüsüdür….
Geçer ve orada kalirsiniz:
cennetse cennet, cehennemse cehennem…
Dönüsü yoktur….

CAN DÜNDAR



[Linkleri Yalnızca Kayıtlı Üyelerimiz Görebilir. Kayıt Olmak Ve Bize Katılmak İçin Tıklayın...]
YARİM HAZİRAN

Kimbilir kaç baharı birlikte uğurladık seninle…
Kimbilir kaç yazı karşıladık kan ter içinde…
İlhamısın ergenlik şiirlerimin, o ilk Haziran’dan beri…
Yaşgünlerimin fener alayı, ilkyaz günahlarımın tanığısın…
Tanığısın yüzüme düşen gözlerin, terime değen ellerin…
Senle başlayıp, sende bitirdim bunca yılı…
Sendin hararetli yılsonu muhasebelerimin değişmez takvim yaprağı…
Tutkunum sana… Sadık, itaatkar ve hayran…
Yarım Haziran…Hasretle bekleyip, iple çektim gelişlerini çoğu zaman…
Sen hep iki bahar arasında, hazlar zamanı çıkageldin;
eteklerinde ilkyaz coşkuları ve isyanlarla…
Haziranlarda aşık, haziranlarda pişman, haziranlarda ergen oldum.
İşte burada yıllar yılı getirip, iadesiz taahhütsüz önüme atıverdin eski yaşlar…
Kimi hakkınca yaşanmış, kimi belki hiç yaşanmamış… Kimi çocuk, kimi genç, kimi olgun…
Her serin baharın ardından yaz kokulu, yıldızlı müjdeler taşıdın bana…
Hararetli ve çıplak Temmuz akşamları vadettin…
peşisıra hazan geldiğini hissettirmeksizin bir süre…
Gün oldu tomurcuk olup çiçek boyverdin;
gün oldu şiddet yüklü bir öfke bulutuna tutunup seller yağdırdın
gecikmiş bahar dallarının üzerine… hazırlıksız… insafsız…
Öncesiz ve sonrasız aşklarda oyaladın beni…
kimi gerçek çoğu, çoğu yalan…
Zamanla ibadet eder gibi sevmeyi öğrettin; üzerine kırağı düşmüş beyaz bir gül kadar taze…
bir o kadar kusursuz…
Anladım ki, Haziran’da sevmek yaman…
Yarım Haziran..Ocaklar kurdum sıcacık… Aşım, eşim, işim oldu katıksız, riyasız…
Oğullar ve gecikmiş heyecanlar verdin bana…
Gidemediğimiz uzak denizleri çocuklarımıza isim yaptık…
onlar yüzsün diye yüzemediklerimizi…
Geride kırık dökük onlarca Haziran bırakarak karşıladık yarınları…
Ve sen bağışladın hatalarımı yılsonu bilançolarında…
Sorguda ele vermedin beni… Tanıyamadılar kimlik tesbitinde bedenimi, kalbimi…
Kimbilir kaç sırrı sakladın… Kaçını ele verdin o gecikmiş hesaplaşmalarda…
Sen ilkyazdan alıp güze açarken kapılarını…
ben yazın sarhoşluğundan sonbahar serinliğinden aydım.
Seni beklerken kendime vardım.
Yadsıyamam, Sevildim ve sevdim çoğu zaman…
Müsebbibi sensin… Yarim Haziran! …
Yaşım büyüse de büyümedi içimdeki çocuk…
ama zamanla olgunlaştı Haziranlarım…
Yeni gelenler sonbahara daha yakın şimdi…
Eski mektuplar ve sepya renkli fotoğraflarla dolu bir albümde hayatım… Haziran doğumlu…
Kulağımda bir şiir Hasan Hüseyin’den artakalan:
Sokaktayım/gece leylak ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğim/ uy anam anam…/
Haziran’da ölmek zor”…
Lakin doğmak da zor Haziran’da…
Yaz kapıyı çalsada;
biliyoruz sonu hazan…
Yine de seviyorum seni…
Yarım Haziran! …

CAN DÜNDAR


[Linkleri Yalnızca Kayıtlı Üyelerimiz Görebilir. Kayıt Olmak Ve Bize Katılmak İçin Tıklayın...]
KAÇ KOPYASINIZ SİZ?...

Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız,
gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce
başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün,
bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun,
sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup,
geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
Sahi kaç kopyayız biz?
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir
hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve
cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı?
Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? ..
Hangi kopyanız ‘Kaçıp gidelim uzaklara’ diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? ..
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı
bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur
iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki
kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken
hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? ..
Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken
asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? ..
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz? ..
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz? ..

ÖYKÜM
Admin

Mesaj Sayısı : 99
Kayıt tarihi : 06/08/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

CAN  DÜNDAR ŞİİRLERİ Empty Geri: CAN DÜNDAR ŞİİRLERİ

Mesaj tarafından ÖYKÜM Ptsi Ağus. 11, 2008 11:24 pm

Uçurum / Can DÜNDAR

--------------------------------------------------------------------------------

Gece yarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internete yayılmış bir öykü­yü anlatıyordu. Kulak kesildim:



"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında otu­ran adam, yaprakların dökülmesini hüzün­lü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:


'- Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız.'


Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:


'- İngiltere'de bu ameliyatı yapabi­lecek doktor var mı' diye sordu.


'- Amerika'da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm' dedi doktor; 'Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor.


Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Ote­le giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça iti­yordu.


Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow'un İngiltere'de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.


Polis, böyle tanınmış bir doktorun ne­den Wilkelman adı altında, Londra'nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu."

* * *

Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahın­da gazeteler Reve Favaloro'nun intihar haberini duyurmuşlardı.


Favaloro, 1967'de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında bir çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Ar­jantinli cerrahtı. Buenos Aires'teki muhte­şem villasında kalbine sıktığı tek kurşunla son vermişti hayatına...


Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşun­layarak susturması ne trajik bir final!..


Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçir­dikten sonra çekildiği makyaj odasında ses­sizce ağlayan bir palyaço gibi... Çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman... insanın sözü geçmez, gücü yetmez ba­zen kendine...


En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsanız...


Diline doladığı herkesin iç dünyasını ka­lemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keş­mekeşi tariften acizdir.


Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrı'yı sorgulamaya başlamış bir din ada­mı kadar çaresiz, kıvranır insan...


Yalnızlık korkusunu bastırmak için ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova'nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi,


...ya da cehennemi bir cephede gün bo­yu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,


...en yakından tanıdığı zaafı, en güven­diği yanına yakıştıramaz insan:


...ve kendini en bildiği yerinden vurur: Kalpse kalp; beyinse beyin...


...bir kurşunla durur.

* * *

Çünkü en beteridir kendisiyle savaşan­ların, kendine yenilmesi...


İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.


Bu kuşatmayı yarmak için o "zaaf”ları­nızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına...


insan, kendine rağmen gider o zaman...gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine karnıyla yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kol­larına koşar.


Bazen uluorta, bazen yapayalnız,


...uçsuz bucaksız bir boşluğa akar...

Malum; "uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar."

__________________

ÖYKÜM
Admin

Mesaj Sayısı : 99
Kayıt tarihi : 06/08/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz